COVID-19: Makroekonomik Belirsizlik
Dünyanın gündemi değişti. Gündem; sağlık-ekonomi-siyaset ilişkisi. Ama, her şeyin başı sağlık. Halk sağlığı ve dünya nüfusu koronavirüs tehdidi altında. Belirsizlik içinde, güven ve güvenlik duygusundan yoksun insanlar tedirgin ve mutsuz. Hükümetler; sadece sağlık sorunlarına değil, koronavirüs’ün tetiklediği mikro-ekonomik, makro-ekonomik ve finansal sorunlara da çözüm arayıp bulmak zorunda. Bu yolda canla-başla çalışan tüm sağlık mensuplarına şükranlarımızı sunuyoruz.
Ekonomik Sorunun Adı: Durgunluk İçinde Durgunluk
Dünyadaki likidite ve kredi bolluğu yani aşırı borçlanma etkisiyle aşırı değerlenen (balon gibi şişen) gayrı-menkul ve hisse senedi piyasaları, krediler geri ödenmemeye başlayınca, 2008 yılında büyük bir küresel finansal krize dönüştü. Hükümetler batmak üzere olan büyük şirketleri, bankaları ve finans kurumlarını kurtarmak için borç aldıkları paraları ve kamu kaynaklarını aktardılar. Ardından, merkez bankaları sıkı para politikaları (yüksek faiz politikası) uygulayarak döviz kurlarını baskı altına aldı, yavaş ekonomik büyüme süreci içine girildi. Gelir dağılımı adaleti bozuldu. Dünya ekonomisi bir türlü toparlanamadı. Bugün yaklaşık 100 trilyon Dolar büyüklüğündeki dünya ekonomisinin borç stoku; 250 trilyon Dolar civarında. Bu borçların yaklaşık 20 trilyon Dolarının 2020 yılı içinde ödenmesi gerekiyor ki; bu pek mümkün görülmüyor. Bu borçlar; kamu kesimine, bankalara ve şirketlere ait. Uygulanan düşük faiz politikası; kredibilitesi olanlara kolay ve maliyetsiz daha çok borçlanabilme imkanı sunuyor, borçların nasıl geri döneceği ve çevirilebileceği ise, belirsiz. Kısacası; durgunluk içinde yavaş büyüyen dünya ekonomisi borca batmış durumda. Son derece kırılgan ve her türlü dışsal şoka açık durumdaki dünya ekonomisi; henüz sebebi dahi bilinmeyen, ilacı ve aşısı olmayan, hızla yayılan koronavirüs (COVID-19 salgını) etkisiyle hızlı ve keskin biçimde daha derin yeni bir durgunluk içine giriyor. Bu yeni krizin etkileri her ülkede farklı hissediliyor. Ne zaman en üst seviyeye ulaşacağı, nerede dip yapacağı ve biteceği ise, bilinmiyor. Bir benzetmeyle “U” şeklinde bir süreç, yani hızlı düşüş, bir müddet yatay gidiş ve sonra hızlı iyileşme süreci beklentisi de mevcut.
OECD dünya ekonomisinin zaten düşük olan büyüme hızının yarı yarıya azalabileceğini, Birleşmiş Milletler krizden kaynaklanan zararın büyüklüğünün 1 trilyon ABD Doları civarında olacağını, Uluslararası Çalışma Örgütü 25 milyon civarında çalışanın işsiz kalabileceğini tahmin ediyor.
Kısacası; koronavirüs dünya ekonomisinin olduğu kadar, ulusal ekonomilerin de taşıdığı zaafları (kırılganlık, borca batıklık, yavaş büyüme, dışsal şoklara açıklık, işsizlik vb) gözler önüne seriyor. Ekonomistler; sorun koronavirüs mü? Sağlıksız, borç içinde yüzen dünya ekonomisi mi? Globalleşmemi? Sebep ne? Sonuç ne? Çözüm ne? Gibi sorulara yanıtlar arıyor, bunları tartışıyor. Koronavirüsün ortaya çıkardığı ekonomik etkilere bakarak, globalleşmenin sonunun geldiğini iddia edenler de var. Her şey gibi, globalleşmenin de sorgulanarak, uluslararası iş birliğiyle daha iyi tasarlanması ve işletilmesi ihtiyacı içinde olduğumuz kesin. Koronavirüs gibi bir salgın hastalık; ekonomik ve sosyal hayata eşlik eden, kaçınılması da pek mümkün olmayan olağanüstü bir “dışsallık” taşıyor. Tarihsel olarak baktığımızda, belli ki; neo-liberalizm çözüm üretemiyor. Sağlık sektörünün özelleştirilmesi sırasında, sosyal malların ve sağlık hizmetlerindeki “dışsallıklar”ın ihmal edilmiş olduğu da anlaşılıyor. Gelinen noktada, devlet desteği ve müdahalesi kaçınılmaz görülüyor.
Küresel Salgın Ekonomisi: Tedarik-üretim-tüketim zincirinin bozulması, arz ve talep şokları, ticaretin aksaması, ekonominin istikrarsızlaşması ve durgunluk:
Koronavirüs’ün sağlık üzerindeki etkileri ile ekonomi üzerindeki etkileri bir sarmal oluşturuyor. COVID-19 salgını ülkeler arasında yayıldıkça, olumsuz mikro-ekonomik, makro-ekonomik ve politik etkileri de hızla ortaya çıkıp küresel piyasalara ve ekonomilere hızla yayılıyor.
İnsandan insana bulaşan salgını önlemek için insanların sosyal ortamlardan uzaklaşması, bir arada bulunmaması, evden çıkmamaları, her insanın kendini “izole ederek koruması” şart. Bu zorunluluk; işgücünün mobilitesini, işe gitmesini kısıtlıyor, ulaşım-nakliye-taşımacılık durma noktasına geliyor. İnsansız/emeksiz ekonomi olmaz. Hammaddeden, yarı-mamule, yarı mamulden mamullere ve ara-mallara kadar aksayan üretim, dağıtım ve tüketim tedarik kanalları; ithalat-ihracat, arz-talep dengelerini bozuyor. Kapasite kullanım oranları düşüyor. İmalat sanayinden hizmet sektörüne hatta tarım sektörüne kadar, birçok sektörde doğrudan ve dolaylı olarak arz ve talep şokları ortaya çıkıyor. Büyük ve ani zarar riskleri doğuyor. Dünya taşımacılığı ve dünya ticareti aksıyor, krize giriyor. Ekonomik istikrar azalıyor, büyüme yavaşlıyor. Parasal tasarruflar; hisse senedi, tahvil gibi riskli piyasalardan kaçıyor ve güvenli yer olarak gördükleri rezerv para ABD Doları’na sığınıyor. Dolar tüm paralar karşısında değer kazanmaya başlıyor. Merkez Bankaları kriz ile mücadele etmek için politika faizlerini indiriyor. Faizler düşünce, kredi ve likidite bollaşıyor. Yerel paralar ABD Doları karşısında değer kaybediyor. Krizle mücadele etmek için hem para hem de maliye politikalarını birlikte ve uyum içinde uygulamak gerekiyor. Ancak, krizle mücadele etmek için ülkelerin finansman yani borçlanma ihtiyacı artıyor. Kırılganlık ve belirsizlikler ise, sürüyor.
Sektörlerdeki, dolayısıyla da ekonomilerdeki ‘domino etkisi’ yaratacak tedarik zinciri, arz ve talep çöküşlerine rağmen, şirketlerin gelir kaybetmemesi, maliyetlerinin artmaması, işten çıkarma tedbirlerine başvurmaması, tedarikçilerinin ödemelerini aksatmamaları, faaliyetlerini, nakit dengelerini ve finansal varlıklarını koruyup, sürdürebilmeleri hiç de kolay değil. Diğer taraftan, haftalarca belki de aylarca kapalı kalacak, düşük kapasiteyle verimsiz çalışacak şirketleri yeniden eski faaliyet düzeylerine getirmek, koronavirüsün ortaya çıkardığı ekonomik zararları telafi etmek kolay değil. Çalışanların bir yandan sağlıklarını korumaları diğer yandan işsizlik riski ve gelir kayıpları hiç de küçümsenecek gibi değil.
Her şeye rağmen, karamsarlığa gerek yok.
Çözüm: Profesyonel ve Saydamlık İçinde Doğru Uygulanacak Para ve Maliye Politikaları
Koronavirüs; tedarik kanalları ile arz ve talep üzerindeki yıkıcı etkisiyle piyasaların gerçek fonksiyonlarını yerine getirebilmesini zorlaştırıyor. Dünya genelinde tedarik, üretim ve tüketim zincirlerinin işleyişini, sıhhatini bozuyor. Yeni dönemde, işletme sahiplerinin her şeyi devletten beklemek yerine risk analizi yapmaları; kendi tedarik zincirine/kanallarına eşlik eden risklerden kaçınması ve zinciri esnek biçimde ve alternatif çeşitlilik içinde yönetmesi, iş modelini gözden geçirmesi gerekiyor. Keza, dijital ekonominin genişlemesi kaçınılmaz görünüyor.
Merkez bankalarının faizleri düşürme ve bankalar üzerinden de reel sektör için likidite yaratmak varsayımına dayalı genel politikaları olumlu. Ancak, ekonomik durgunluk ile mücadelede yeterli değil. Bu politikaların bütçe, vergi, sosyal yardımlar, lüks ve gereksiz kamu harcamalarının kısılması, vergi beyan ve tahsilatının uzun süreli ertelenmesi, ek vergi yükü yaratan yeni vergi kanunlarının yürürlük tarihlerinin ertelenmesi, çalışanların, açlık sınırı altındakilerin ve emeklilerin sübvanse edilmesi gibi maliye politikalarıyla desteklenmesi, piyasaların ve operasyonların yakından izlenmesi gerekiyor. Devletin taraf olduğu yap-işlet-devret modeli gibi sözleşmelerdeki “mücbir sebep” maddesinin işletilmesi, hazinenin gereksiz külfetlerden kurtarılması gerekiyor.
Ekonomik durgunluk içinde işlerin yavaşlaması, tüketici harcamalarının azalması, işten çıkarmalar ve işsizlik dolayısıyla azalan toplam talep krizi derinleştirir. Tüketici güveni sadece bankalara ve büyük şirketlere kaynak aktararak sağlanamaz. Gelirlerini kısmen ya da tamamen kaybeden çalışanlara ciddi devlet yardımları yapılması şart. Toplam talebi ve arzı arttırmaya, tedarik kanallarını açmaya yönelik samimi, rasyonel önlemlerin birlikte uygulanması şart. Bu politikaların saydamlık içinde uygulanması şart. Keza, yüksek vergi oranları ve vergileme krizden çıkış için çözüm değil. Devletin vergi ertelemeleri yerine, salgın süresince, zorunlu olarak kapattığı işyerleri ile işyeri açık olup da ciddi gelir kaybına uğrayıp zarar edenlerin vergi yükümlülüklerini kaldırması, bunlardan vergi almaması, istihdama devam etmeleri kaydıyla çalışanlarının maaşlarının en az yarısını çalışanlara doğrudan ödemesi veya çalışanların vergi ve SGK kesintilerini geçici süreyle kaldırması gerekir. Gelir kaybı olup da mücbir sebep ve zor durum bildirenler için ise, vergi ertelemeleri yapması gerekir.
Kritik önemdeki hedef sektörlere ve sosyal gruplara yönelik olarak selektif (seçici ve samimi) biçimde sunulacak destek ve teşviklerin; profesyonellik ve saydamlık içinde uygulanması gerekiyor. Alınan bu ve benzeri önlem ve politikaların başarısı için; genel uygulamalar olarak ele alınmaması, uygulama sürelerinin ve hedeflerinin önceden belirlenmesi, başarı derecesinin ölçülüp, izlenmesi, mukayese edilmesi gerekiyor.
Hükümetler, KOBİ’ler dahil özel sektör ve merkez bankaları arasındaki uyum ve işbirliğinin sağlanması hem ortaya çıkan durgunluk ile mücadele için hem de krizi mümkün olduğunca az zararla atlatabilmek için son derece önem taşıyor. Krizin sonunda; kriz süresince ertelenmiş taleplerin “patlaması” bekleniyor.
Yukarıda yer verilen hususları dikkate almak, özellikle, küresel salgın krizine enflasyonist baskı altında yakalanan Türkiye ekonomisi için son derece önemli. Türkiye’nin dış borçları ve dış kaynak ihtiyacının çok yüksek olması, ülke risk priminin (CDS) yüksek olması zaten zor görünen borçlanabilmesinin maliyetinin de yüksek olacağına işaret ediyor. İşsizlik ciddi seviyelerde seyrediyor. Merkez bankasının faiz indirimi genel anlamda olumlu olmakla birlikte, durgunluk içindeki dünya ekonomisi koşullarında yabancı sermaye çekmek için cazip görünmüyor. Hisse senetleri piyasasındaki sert düşüşler, durumu iyi olmayan şirketlerin piyasada kalmalarının zorlaştığını ve birçok şirketin el değiştirmeye (M&A) aday olacağına işaret ediyor. Turizm, havayolu, karayolu taşımacılığı ve lojistik, perakende ilk olumsuz etkilere maruz kalacak sektörler olarak görünüyor. Sınırları kapatılan İran ve Irak gibi ülkeler ile olan ithalat ve ihracat, dolayısıyla bu ülkeler arasında yapılan uluslararası taşımacılık duruyor. Ancak, özellikle Rusya ve Suudi Arabistan arasındaki petrol arzını kısma konusundaki çekişme ve anlaşmazlık sebebiyle petrol fiyatları ve Türkiye’nin petrol ithalat faturası rekor seviyede düşmüş durumda. Petrol üreten şirketlerin karlarını eriten bu durum devam ettiği sürece Türkiye ekonomisi üzerinde olumlu etki yaratması mümkün. AB’nin tedarik zincirinde Çin’e alternatif veya ilave olarak Türkiye’ye yönelmesi muhtemel gibi. Ancak bunun belli bir zaman alması kaçınılmaz.
Kısaca özetlemek gerekirse, Türkiye’nin krizi en az zararla atlatabilmesi için sürekli olarak ertelemiş olduğu yapısal reformları yaparak ekonomik altyapıyı; kaynakların tahsis ve kullanım etkinliğini sağlayacak biçimde üretim ve ihracat ekonomisi temeli üzerine yeniden kurması gerekiyor.