COVID-19: Küresel Salgın Ekonomisi
Koronavirüs’ün sağlık, ekonomi ve siyaset üzerindeki etkileri sarmal bir bütünlük oluşturuyor. COVID-19 salgını yayıldıkça, olumsuz mikro-ekonomik, makro-ekonomik, finansal ve politik etkileri de hızla yayılıyor. Bu nedenle, hükümetlerin öncelikli amacı salgını yavaşlatmak ve önlemek olmalı. İnsandan insana bulaşan salgını önlemek için insanların sosyal ortamlardan uzaklaşması, bir arada bulunmaması, evden çıkmamaları, her insanın kendini “izole ederek koruması” şart. İnsanlar işe gidemeyince üretim, dağıtım ve ticaret, piyasalar dolayısıyla da ekonomi duruyor. İnsansız/emeksiz ekonomi olmaz. İnsanların sağlığını ve güvenliğini hiçe sayan ekonomi sürdürülemez: Dünyanın her yerinde tedarik-üretim-tüketim-dağıtım kanalları aksıyor, az, yavaş ve gecikmeli çalışabiliyor. Arz ve talep şokları ortaya çıkıyor. Fiyat istikrarı bozuluyor. Piyasalar işlemez hale geliyor. İç ve dış ticaret aksıyor. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), olumsuz senaryoda, uluslararası ticaretin bu yıl %32 oranında azalacağını öngörüyor. Kapasite kullanım oranları düşüyor. Verimlilik azalıyor. Olağanüstü belirsizlik içinde riskler sıhhatli ölçülemiyor, ekonomiler istikrarsızlaşıyor ve ekonomik durgunluk hızla derinleşiyor. Öngörülemeyen büyük ve ani üretim, gelir kayıpları ve zararlar doğuyor. Tüketim harcamaları ‘dip’ yapıyor. Üretim ve gelir kayıpları ile zararlar; ekonomiler üzerinde kaldıraç/çarpan etkisiyle olumsuzluklar yaratıyor. Ödeme ve tahsilatlar aksıyor, gelir-gider dengeleri, nakit akışları ve nakit dengeleri bozuluyor. Beklentiler değişiyor. Kısaca; imalat sanayinde, hizmet sektöründe ve tarım sektöründe, domino etkisi yaratan arz krizi, talep krizi, değer-fiyat krizi, istihdam krizi ve borç krizi ile gelir dağılımı adaletsizliği (sosyal basınç) kısır döngüsü içine giriliyor. Bu semptomlarla ortaya çıkan ve depresyona koşan şiddetli durgunluk; bugünkü küresel salgın ekonomisinin en önemli özellikleri arasında. Milli servetimiz olan şirketlerimizi ve beşeri sermayemiz olan çalışanlarımızı kaybetme riskimiz var, ama lüksümüz yok. Hane halkı kredi kartlarından ve varsa tasarruflarından yiyor, KOBİ’ler ise, stokları eritiyor, yani her ikisi de şimdilik stepne üzerinde gitmeye çalışıyor. Anayasal hak ve özgürlükler ile eşitlik ilkesine uygun olarak çalışacak, ayrım yapmadan, samimi iş birliği ve dayanışma içinde, zamanında kararlı ve ciddi tedbirler alacak sosyal devlet politikalarına ihtiyaç duyuluyor. Yukarıdaki hususları dikkate almayan her tedbir veya destek paketi ya da istikrar kalkanı vs krizin büyüklüğünün tam ve doğru olarak görülemediğinin, anlaşılamadığının göstergesidir. Bunların başarısız sonuçları hepimize acı verir ve acı reçeteler olarak geri döner.
Faaliyetlerini kısmen ya da tamamen hızlı ve ani olarak durduran dolaysıyla ani gelir kaybeden şirketlerin gider ve maliyetleri, ödeme yükümlülükleri devam ediyor. Alacakların tahsil edilip edilemeyeceği belirsiz. Şirketler personel giderlerinden tasarruf etmek için işten çıkarma baskısı altında. Diğer taraftan, haftalarca belki de aylarca kapalı kalacak, düşük kapasiteyle verimsiz çalışacak şirketleri yeniden eski faaliyet-gelir ve kar düzeylerine getirmek, koronavirüsün ortaya çıkardığı ekonomik zararları telafi etmek hiç de kolay değil, üstelik uzun zaman alır. Çalışanlar ise, sağlıklarını, işlerini, gelirlerini koruyarak yaşamlarını sürdürebilmek baskısı altında. İşsizlik %13,8 seviyelerinde ve hızla artış eğiliminde. Kayıt dışı olarak istihdam edilenlerin, yevmiyeli çalışanların, sosyal güvenlikten yoksun olanların durumu içler acısı ve bunlara devlet bütçesinden maaş bağlanması, doğrudan gelir desteği verilmesi şart. İş kaybı olmaması ve işsizliğin artmaması için önerebileceğimiz optimal çözüm; krizden olumsuz etkilenen istisnasız tüm şirketlerin, KOBİ’lerin ve esnafın çalışanların maaşlarının %40’ını ödemesi, diğer %40’ını ise, devletin ödemesi, personelin devam eden istihdamı karşılığı %20’lik gelir kaybını üstlenmesi olabilir. İş yerleri zorunlu olarak kapatılan işletmelerdeki çalışanlara ise, maaşlarının %80’inin devlet tarafından ödenmesidir. Günü kurtarmak amacına hizmet eden kısa çalışma ödeneği, izleyen dönemlerde, çalışanlar bakımından ciddi sorunlar doğurabilecek niteliktedir.
İmalat sanayinde ve hizmet sektöründe bunlar olurken, para ve sermaye piyasalarında, borsalarda belirsizliğin etkisiyle satışlar artmış, değer ve fiyat istikrarı bozulmuş, yer yer ‘balonlar’ patlamış durumda. Yılbaşından günümüze tüm dünya borsalarındaki hisse senetleri yaklaşık 24 trilyon ABD Doları değer kaybetti. Avrupa merkezli bankaların hisseleri ortalama %50 oranında düştü. Başta sıcak para olmak üzere, tasarruflar; hisse senedi, tahvil gibi riskli menkul kıymetlerden kaçıyor ve güvenli yer olarak gördükleri altına ve özellikle de rezerv para olan ABD Doları’na sığınıyor. Dolar tüm paralar karşısında değer kazanmaya başlıyor. Merkez Bankaları kriz ile mücadele etmek için politika faizlerini indiriyor. Faizler düşünce, likidite ve krediler bollaşıyor. Borç içindeki şirketlerin ve kişilerin daha çok borçlanmak ihtiyacı ve iştahı artıyor. Yerel paralar ABD Doları karşısında değer kaybediyor. Döviz cinsinden dış borçlar artıyor, buna karşılık ihracat ucuzluyor ve cazip hale geliyor, ancak aksayan lojistik ve talep şoku nedeniyle ihracat yapmak çok zor. FED küresel piyasalara, bedeli mukabilinde, ilk etapta 5 trilyon Dolar olmak üzere, sınırsız Dolar yaratma-basma-sunma güvencesi veriyor ki; sadece günü kurtarmaya yönelik bu tedbir dahi küresel ekonominin depresyona doğru yol aldığının somut-öncül göstergesi. Ekonomilerde, özellikle de gelişmekte olan ekonomilerde aşırı borçlanma, gelir dağılımı adaletsizliği, 'balonlar', dışsal şoklara açıklık ve kırılganlık, sıcak para gibi yapısal sorunlar mevcut iken, ‘olağanüstü durumlarda olağanüstü politikalar izlenir’, ‘bir kere delmekle bir şey olmaz’ anlayışıyla ekonomi disiplini, kuralları, karar yapıcılar inandırıcılıklarını yitiriyor. Bunların devamı gelecek ve nerede biteceği de belli değil. FED ile TCMB arasında swap (bedel ödemek suretiyle belli/kısa vadede TL ile Amerikan Doları değişimi) hattı yıllardır kapalı. FED, Türkiye gibi swap hattı kapalı ülkelere, Dolar ihtiyaçlarını karşılamaları için ABD Doları tahvilleri teminat olarak kabul ederek repo işlemleri yapma (Dolar verme) imkanı tanıyor. Böylece, FED hem ABD tahvillerine olan talebi arttırıyor, hem düşük faizle borçlanma imkanı yaratıyor, hem de ABD Doları’nın rezerv para statüsünü devam ettiriyor hem de bu vb işlemlerden para ve güç kazanıyor. Dolayısıyla, Türkiye gibi ülkelerin uluslararası likidite bolluğundan yararlanabilmesi, düşük faizle borçlanabilmesi ve olası bir dış borç krizinden kaçabilmesi çok zor. Türkiye IMF ile anlaşsa dahi, IMF'den gelecek kolaylık ve finansman desteği ile rezervlerinin toplamı 2020 yılı içinde ödenmesi gereken dış borçları karşılamaktan çok uzak. Yerli sermayesi yurt dışına kaçmış, vergi cennetlerine sığınmış olan Türkiye çok yüksek faizli uzun vadeli dış borç arıyor. Bankalar sendikasyon kredisi kullanıyor, ancak bu kredilerin ve dövizin nerede kullanılacağı belirsiz. Dağılma riski bulunan, serbest dolaşımın kısıtlandığı, milli duyguların ve ulus devletin itibar görmeye başladığı AB ekonomisinin kırılganlığı, aksak parasal ve ekonomik birlik, işsizlik ve yavaş büyüme sorunlarına ilave olarak, Brexit süreci, İtalya ve İspanya’daki olumsuz durum ve söylemler Euro’yu zayıf tutuyor. Piyasalarda artan likidite ise; menkul kıymet borsalarında, altın ve döviz piyasalarında spekülasyona yönelebiliyor. Bankalar ve ucuz kredi alabilen şirketler açık pozisyonlarını kapatıyor, borsalarda kendi hisse senetlerini satın alıyorlar. Keza, yurt dışına olan döviz cinsinden borçların geri ödenebilmesi için dövize talep artıyor. Merkez bankalarının faizleri düşürme ve bankalar üzerinden reel sektör için likidite ve ucuz kredi imkanları yaratması varsayımı olumlu. Ancak, hem uygulanması zor ve maliyetli hem de bazı sakıncaları da beraberinde getiriyor. Parasal genişleme (QE) ekonomik durgunluk ile mücadele ve ekonomik istikrarı sağlamak için yeterli değil. Uygulamada, sağlanan likidite ve karşılık ayırma esnekliğinin bankalara mı reel sektöre mi hizmet edeceği belirsizlik taşıyor. Ucuz borçlanabilen bankalar belirsizlik nedeniyle riskleri sağlıklı ölçemiyor ve kredi vermek konusunda isteksiz davranıyor. Şirketler ise, borcu borçla ödemek istiyor ve kredi bulduklarında çok zor bir borç kısır döngüsü içine giriyor. Bugün yaklaşık 90 trilyon Dolar büyüklüğündeki dünya ekonomisinin borç stoku; 250 trilyon Dolar civarında. Bu borçların yaklaşık 20 trilyon Dolar’ının 2020 yılı içinde ödenmesi gerekiyor ki; bu pek mümkün görülmüyor. Bu borçlar; kamu kesimine, bankalara ve şirketlere ait. Hem kamunun hem özel sektörün borç krizinin nasıl yönetileceği ve nasıl evrileceği izlenen parasal genişlemenin başarısı veya başarısızlığı üzerinde etkili olacak.
Hisse senetleri piyasasındaki sert düşüşler, durumu iyi olmayan şirketlerin piyasada kalmalarının zorlaştığına, kısa dönemde birçok şirketin iflas edeceğine ve ayakta kalabilen birçok şirketin de orta ve uzun dönemde el değiştirmeye (M&A) aday olacağına işaret ediyor. Talep şokuna maruz kalan turizm, havayolu, karayolu taşımacılığı ve lojistik, perakende, hizmetler ilk olumsuz etkilere maruz kalan sektörler arasında. Sınırları kapatılan Yunanistan, İran ve Irak gibi komşu ülkeler ve özellikle AB ülkeleri ile yapılan ithalat ve ihracat ile taşımacılık ve lojistik duruyor. COVID-19 salgınına bağlı olarak düşen talep ile Rusya ve Suudi Arabistan fiyat çekişmesi sebebiyle petrol fiyatları, dolayısıyla da Türkiye’nin petrol ithalat faturası rekor seviyede düşmüş durumda. Petrol üreten ülkeler milli gelirlerini kayda değer azalmaya neden olan düşük fiyatlara, petrol şirketleri ise, karlarını düşüren ve rafinerilerin kapanmasına yol açan bu duruma razı olduğu sürece, üretimi birlikte kısmadıkları takdirde Türkiye ekonomisi üzerinde, abartılmaması gereken bir olumlu etki yaratması mümkün. Türkiye’nin dış borçları, dış kaynak ihtiyacı, kredibilitesi ve ülke risk primi (CDS) çok yüksek olduğu için borçlanması hem çok zor hem de kaldıramayacağı yüksek faizler üzerinden olabilir ki; Türkiye’nin taşıdığı finansal riskleri satın alacak yabancı yatırımcı bulmak çok zor. Merkez bankasının faiz indirimine rağmen, nispeten yüksek olan politika faizi durgunluk ve kriz içindeki dünya ekonomisi koşullarında Türkiye'ye yabancı sermaye çekmek için cazip değil.
COVID-19 salgını yayıldıkça, ekonomilerde arz-talep şokları, değer-fiyat şokları, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, bütçe açıkları, daha çok finansman ve borçlanma ihtiyacı dolayısıyla kırılganlıklar ve belirsizlikler de artıyor. Zaman geçtikçe, ekonomik durgunluk içinde durgunluk, depresyona dönüşmeye başlıyor. Ekonomiye, finansa, piyasalara içkin içi boş söylemlerle ve beklentilerle yüzleşmek kaçınılmaz hale geliyor.